Terapi Neden Bu Kadar Pahalı?
Bu sorunun kısa cevabı, hayatın pahalılığından geçiyor.
Ne pahalı değil ki?.. Terapinin pahalılığı gibi; su da, yemekler de, kiralar da, faturalar da, kahve de pahalı... Düşük orandaki ayrıcalıklı dilime girmeyenlerimiz için her şey pahalı.
Aynı şekilde, terapist olabilmek de pahalı. Psikoloji ve PDR mezunu olan bir uzman adayı, yüksek lisans yaparak bir Klinik Psikolog ya da Uzman Psikolojik Danışman olmalı. Aynı zamanda uluslararası geçerliliği olan ekol eğitimleri alıp, süpervizyon almalı. Ayrıca farklı konularla çalışabilmek ve alet çantasını genişletebilmek adına ömrünün sonuna dek öğrenmeye devam etmeli...
Bu, bir uzman için ideal bir senaryo olduğu kadar, ekonomik olarak da oldukça zorlayıcı.
İyi bir terapist, psikolog, danışman olabilmek fazlaca emek ve zaman; aynı zamanda ekonomik sermaye istiyor. Bu meslekleri gönülden yapmak isteyen, insanlara destek ve fayda sağlamak isteyenlerimiz çok olduğu kadar; bu yetkinliklere sahip bir uzman olabilme faturaları altında ezilenlerimiz de çok..
Ya sadece parası yetenler uzman olabilecek; ya da paramız yettiği kadar ve borca girerek, debelenerek ve zaman zaman kendimizden "Ben iyi ve yeterli bir uzman olabildim mi?" diye şüphelenerek mesleğimizi yapmaya çalışacağız. Ve ya sadece terapiyi parası yetenler alabilecek, ya da terapiye mi başka ihtiyaçlarına mı para yetiştireceği git gelleriyle zorlanan danışanlarımız olacak.
Barınmak ve karın tokluğu herkesin insani hakkı (ve daha fazlası). Ancak çalış(a)mayan insanlara sistemli ve sürekli olarak barınacak yer ve yemek sağlayan bir düzen var mı?
Asgari ücret neden yoksulluk sınırının altında?
Yokluğun miras kaldığı insanların varoluşu neden imkansız ve neden hakları insani değil?
Temel hakları ve ihtiyaçları karşılanmayan topluluklara ne hakla "Sizde bir sorun var" diyebiliriz?
Temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı ve belirli koşulları karşılamadıkları takdirde de elindekileri kaybedecekleri tehdidiyle yaşayan toplumlara nasıl sadece "birey odaklı" çalıştığımızı söyleriz?
Sadece kontrol edebildiklerimizle ve bireyle çalıştığımızı iddia ederken aslında tam olarak da var olan düzenleri korumuş ve devam ettirmiş olmaz mıyız?
Böyle bir dünyada yetişmiş ve yaşayan insanların torunları ve çocukları olarak, iyi olmamamız çok normal değil mi?..
Kimimiz artık böyle bir düzende var olmaya çalışmanın bitkinliği ve bıkkınlığıyla depresyon olarak adlandırdığımız durumu tecrübeliyor, kimimiz bazı takıntılar geliştirerek hayatta kalmaya ve güvende hissetmeye çalışıyoruz; çünkü hayatta kalabilmek için çok dikkatli olmamız gerekiyor, her şeyimiz her an incelenebilir, eleştirilebilir ve hayatımız alt üst olabilir. Kompülsiyonlarla kendimizi rahatlatmaya çalışıyoruz ki güvende olduğumuza ikna edebilelim kendimizi. Ya da artık düşünmemek ve hissetmemek istiyoruz, kendimizi uyuşturma yolları arıyoruz. Herhangi bir şey, var olanın içinde kalmaktan iyiyse biz de ekranlara kitleniyoruz, sistemimizi yavaşlatacak maddeler kullanıyoruz, yeme atakları geçiriyoruz...
Yaşamda güvende hissetmeyen ve güvende olmayan insanlar, kendi bedeninde ve zihninde nasıl güvende hissedebilir?..
Stres—yani güvende olmama hissi ve algısı—vücudumuzu biyolojik ve fiziksel olarak da etkiler. Stres hormonunun fazlalığıyla sistemimiz yorulur ve zarar görür.
Canlının sistemi bütündür ve birbirleriyle etkileşim halinde var olur. Öncelikli olan güvenli bir şekilde var olmak ve bunu sürdürmektir. Bilişsel, duygusal veya fiziksel olarak güvende olmayan bir canlının sistemi -olması gerektiği gibi- çalışamaz. Böylelikle de hasta oluruz.
Bu, tabii ki psikolojik rahatsızlıklar için de geçerlidir. "Ruh"u olan bir hayvan olarak insan, çevresinde olan ve olmayanlara tepkiler verir, bu tepkileri öğrenir ve alışkanlık haline getirir. Yani başka bir deyişle bu tepkiler zamanla içimize işler.
Örneğin varoluşum kaygı bozukluğuyla iç içe geçer. Kaygı, yaşamımı kısıtlar. Ancak pek yüksek ihtimalle geçmişte veya halen, var olabilmek için sistemimin bu kaygıya ihtiyacı vardı, veya ihtiyacı olduğunu düşünüyordu, ya da bunu gördü ve doğal olduğunu düşünerek öğrendi.
Hiçbirimize herhangi bir psikolojik rahatsızlık tabiri caizse gökten inmez. Biyolojik yatkınlıklar da aynı zamanda öğrenilmişliklerden, zor yaşantılardan, ihmallerden, yani bu yatkınlıkların yeşerip kendilerini gösterebilmeleri için uygun ortam ve durumların etkisiyle baş verirler.
Bu sorular ve sorunlar sadece bu topraklara ve bu döneme özgü de değil. Güç'e sahip olmayan çoğunluklar; hayatta kalabilme, güvende olabilme ve hissedebilme arayışları içinde bazen boğulmuştur, çoğunlukla da boğulmama çabası ile yorgun düşmüş ve harcanmıştır, direnmiştir ve elinden geldiği kadarıyla devam etmiştir.
Bir insan olarak, herhangi bir insani iyi oluş alanında çalışan veya çalışacak olan kişiler olarak, şu an bu yazıyı okuyanlar olarak, birbirimizin iyi oluşundan sorumluyuz. Ne kadar farklı etiketler, hastalıklar, var oluşlarla bölünsek ya da gruplandırılsak da aslında çoğu ihtiyaçlarımız ve zorlandıklarımız ortak. Hepimiz iyi olana dek, bireysel olarak tamamen iyi olmamız mümkün değil. Hepimiz biricik olabildiği kadar, hiçbirimiz o kadar "özel" de değiliz. Çünkü yalnız değiliz.
Birlikle, sağlıcakla; birlikte sağlıklı yarınlara...
Bütüncül İyi Oluş